19 Nisan 2024 Cuma

DEVLET, İSTİKLAL ŞAİRİ’Nİ ‘İRTİCA 906’ KODUYLA FİŞLEMİŞ

Vatanında ‘Cüda’ İstiklal Şairi

İlk kez Gazeteci Muharrem Coşkun tarafından kaleme alınan kitapta, İstiklal Şairi Mehmed Akif’in, marşını yazdığı devlet tarafından ‘İrtica 906’ koduyla fişlendiği, sadece kendisinin değil, O’nunla görüşenlerin de takibe alındığı görülüyor. Resmi/gizli belgeler, ‘İrtica 906’ koduyla fişlenen Milli, Şair’in, 1925’te Mısır’a neden gitmek zorunda kaldığını da ortaya koyuyor.


MUHARREM COŞKUN – Gazeteci- Yazar

muharice@gmail.com    -   X: @muharice

Dünyada; milli marşını yazan, kurtuluş harbinde büyük fedakarlıklar gösteren, en buhranlı dönemde vekillik yapan ve kanaatleri değiştirecek ölçüde içinden çıktığı toplumca sevilen İstiklal Şairi’ni fişleyip, peşine hafiyeler takan başka bir devlet var mıdır acaba?!.. Sanmıyorum.. Duymadım ve bilmiyorum.. Bildiğim ve belgeleriyle yazarken büyük utanç hissettiğim bir isim var: İstiklal Şairi Mehmed Akif Ersoy. Peki ama yazdığı Milli Marş’ta;

“Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Diyerek en büyük temennisini dile getiren İstiklal Şairi, nasıl oldu da çok sevdiği vatanında ‘Cüda’ duruma düştü? Gelin birlikte o zorlu ve utanç yıllarına gidelim.. 1873 yılında Fatih Sarıgüzel’de dünyaya gözlerini açtığında, ‘Cihan İmparatorluğu’nun, tarih sahnesinden çekileceğini, savaşlar, göçler, yoksulluk ve çile dolu bir hayat geçireceğini nereden bilebilirdi ki? En acısı da ömrünü adadığı ülkesinde günün birinde ‘sakıncalı’, ’mürteci’ ve ‘tehdit’ ithamlarıyla muamele göreceğini nasıl tahmin edebilirdi ki?.

Halbuki, gençliğinde en ağır eleştirileri yaptığı, dahası, ‘devr-i istibdad’ olarak andığı Sultan II. Abdülhamid döneminde dahi ne takibe uğramış, ne de sürgün edilmişti.. Gazetesinde istediği eleştirileri yapabilmiş, şiirlerini konuşturmuş, hatta II. Abdülhamid’i bir darbe ile tahttan indirecek İttihatçılar’a destek bile olmuştu. Ancak büyük ümitlerle destek verdiği, cephe cephe dolaştıktan sonra bedellerle kurulan yeni Cumhuriyet o kadar insaflı ve merhametli davranmamıştı kendi milli şairine.

Redd-i miras yapan ve geçmişle bağlarını kesen yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mehmed Akif’in hem gazetesini kapatmış, hem kadim dostu Eşref Edib’i idamla yargılamış, hem de kendi peşine hafiyeler takarak izlemeye almıştı.. Çare olarak ülkeyi terk etmiş, ancak Mısır’a hicret ettikten sonra da takibattan kurtulamamıştı. Şeflik Rejimi, O’nun izin sürmüş, O’nunla ilgili istihbarat yazışmalarını, takip raporlarını ‘İrtica 906’ kodlu dosyada biriktirmişti. 1924 sonrası Akif, yeni rejime göre artık bir ‘kahraman’ değil ‘mürteci’ ve sakıncalıydı. Bunların bir söylenti ve dedikodu olmadığını, bizzat Devlet Arşivleri’nde yer alan gizli/resmi belgeler bize göstermiş oldu. 

Gitmeseydi asılabilirdi 

İlk kez ‘Kod Adı İrtica-906’ adıyla yayınladığımız kitapta yer alan belgeler açıkça ortaya koyuyor ki; İstiklal Şairi eğer 1925’te Mısır’a gitmemiş olsaydı, ülkesinde İstiklal Mahkemeleri’nde pek ala yargılanabilirmiş. Belgeleri görünce, kendinizi; ‘İyi ki o karanlık yıllarda Mısır’a gitmiş ve bizi o utançtan olsun kurtarmış’ diyorsunuz..

Belgelerde neler var?

1925-1964 tarihleri arasında tutulan resmi belgelerde;

- Mısır’da bulunan Mehmed Akif hakkında yazılan istihbarat takip raporları..

- Şapka, hilafet, laiklik için neler söylediği,

- Safahat isimli eserinin nasıl toplatılıp imha edildiği,

- ‘Gölgeler’ eserinin bu ülkeye sokulmadığı,

- Kendisiyle görüşenlerin dahi nasıl fişlendiği,

- Kanser tedavisi görürken bile takibata tabi tutulduğu,

- Cenazesine katılanların bir bir tespit edilip fişlendiği,

- Vefatından sonra dahi O’nun adına yapılan anma programlarının soruşturulduğu..

Şükrü Kaya’nın İçişleri Bakanı, İsmet İnönü’nün Başbakan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönemde hazırlandığı anlaşılan belgelerin tarihleri ise, 1925’le başlıyor, 1935 ile 1942 arasında yoğunlaşıyor. İlginçtir; Mehmed Akif’in vefatından yıllar sonra, 1961 ile 1965 yılları arasında da anma geceleri yakın takibe alınıyor, soruşturmalar açılıyor, bu dönemlerde ise İsmet İnönü yine Başbakan olarak karşımıza çıkıyor.

ŞEFİK KOLAYLI’DAN MÜTHİŞ İFŞAAT

Bilindiği gibi Milli Mücadele bittikten sonra, saflar netleşmeye başlamış, Lozan görüşmeleriyle, Ankara yüzünü Batı’ya çevirmiştir. Mehmed Akif ve Eşref Edib’i Ankara’ya davet eden ve Kayseri nutkunu veren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey şehid edilmiş, dahası menfur bir suikaste kurban gitmişti (27 Mart 1923). İlk Meclis’te Lozan’a karşı muhalefet yoğunlaşınca Büyük Millet Meclisi (BMM) de feshedilmişti. İkinci Meclis’te ise Mehmed Akif Bey de dahil pek çok isim yer almayacaktı. Birinci Millet Meclisi’nin seçim kararı alarak dağılması üzerine Mehmed Akif, hatıra olarak verilen İstiklal madalyası ve mavzer tüfeğini alarak, Eşref Edib ile 1923 yılı Mayıs ayı başında İstanbul’a dönmüştü. Akif’e emekli maaşı bağlanmamış, emekli ikramiyesi de verilmemişti.

Dahası peşine hafiyeler takılıp adım adım izlettirilmeye başlanmıştır bile.. O artık Ankara’nın vitrinine uymamakta, düşünceleri, sakıncalı görülmektedir. Nitekim yıllar sonra, Pendik Bakteriyolojihanesi Müdürü Prof.Şefik Kolaylı,

(Neyzen Tevfik’in kardeşi) Ankara Halkevi salonunda verdiği bir konferansta, Mehmed Akif’in Mısır’a gidiş sebebini anlatırken şu ifşaatta bulunmuştu:

“Bir Cumartesi günü idi, yanında Prof. Fazlı Yegül de vardı. Yarın Mısır’a gideceğini ve arz-ı veda’a geldiğini söyledi. Çocuklarının tahsil ve terbiye çağı olduğunu, şimdi Mısır’a gitmekle çocuklarının tahsillerinin sekteye uğraması muhtemel bulunduğunu ileri sürerek, kararından vazgeçmesinde ısrar ettik. Akif büyük bir hüzün ve teessür içinde dedi ki: “Arkamda polis hafiyeleri gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum..” (Fahri Kutluay, ‘Aydınlatılan İki Mühim Sır’, Sebilürreşad, IV/99, s.375-376)

Derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu 

Mehmed Akif aslında derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Atılan adımlarla birlikte, millete ümit vermiş, halkı cepheye gönderen bir insan olarak, ‘Bu noktaya mı gelecektik, bunlar için mi düşmanla dövüştük?’ sorusunu yöneltiyordu kendi kendine. Aslında bu soru pek çok kimse tarafından da sorulmaya başlanmıştı. Örneğin Türkiye’yi terk etmeyen, Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay dahi hafiyelerle izlemeye alınmış, attıkları adımlar takip ediliyor olmuştu. Hatta Karabekir’in yazdığı bir kitap daha matbaadan çıkmadan el konulup imha ettirilmişti. Mustafa Kemal’in eşi Latife de bilindiği gibi öldüğü güne kadar toplumdan soyutlanacak, hatıraları ise bugüne dek açılamayacaktı.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla yapılan tarihi değişikliği, 3 Mart 1924’te de hilafetin ilgası (kaldırılması), medreselere kilit vurulması, Tevhid-i Tedrisat’ın kabulü izleyecekti.

Zaten saltanat da Kasım 1922’de kaldırılmıştı. 1925 yılından itibaren ise Türkiye’de bambaşka bir rüzgar esmeye başlamıştı. 13 Şubat 1925’te başlayan Şeyh Said ayaklanması gerekçe yapılarak çıkarılan Takrir-i Sükun yasası ise gazeteciler için adeta kabusa dönüşecekti.

Gazetesi kapatıldı, idamla yargılandı 

1925 kışını Mısır’da geçirip baharda İstanbul’a döndüğünde ise şartların daha da kötüleştiğine tanıklık edecekti Milli Şair. Zira başyazarı olduğu gazete Sebilürreşad, Takrir-i Sükun yasası ile kapatılmış, (5 Mart 1925) kadim dostu Eşref Edib ise Şark İstiklal Mahkemesi’nde hem de ‘Vatana İhanet’ suçlamasıyla yargılanmaktadır.

Düşünüyordu; Milli Mücadele yıllarında çektiği sıkıntıları... Şimdi kapatılan gazetesinin o zaman cephelerde nasıl dağıtıldığını, şimdi idamla yargılanan dostu Eşref Edib’in zor günlerde gece gündüz İstiklal için koşturduğunu... O artık işsiz, dahası ‘mürteci’ bir kişidir. İşte bu manzara karşısında kesin kararını verecek ve 1925’te Mısır’a gidecektir. Vefat edeceği yıl olan 1936’nın 16 Haziran’ına kadar da çok sevdiği yurduna dönmeyecektir artık.

Mehmed Akif’le ilgili takibat 11 yıl hasret kaldığı vatanına döndükten sonra daha da artmış, hasta yatağında bile görüşmeleri izlemeye alınmıştı. Dahası, Mısır’da yazdığı Gölgeler kitabının ülkeye sokulması engellenmiş, Safahat hakkında ise toplatılarak imha etme kararı verilmişti. Safahat’ın son bölümü Gölgeler ise 1933’te Kahire’de basılacak, ancak Arap harfleriyle yazılmış olması ve irticai yayın kapsamında değerlendirilmesi sonucu Türkiye’ye sokulmayacaktı. Bu durum öldükten sonra da devam etmiş, O’nu anmak için yapılan küçük katılımlı programlar dahi soruşturma konusu olmuştu. Milli Şair, milletine armağan ettiği İstiklal Marşı’nda, asla kabul edemeyeceğini belirttiği ‘Vatanında Cüda’ durumuna getirilmişti.

Örneğin, bugün bir çoğumuzun kütüphanesinde yer alan Safahat için 1936 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından ‘İmha edilmesi’ emri dahi çıkarılacaktı (31.08.1936 tarihli belge). Yine, Mehmed Akif’in Mısır’da kaleme aldığı ve son eseri olan Safahat’ın Gölgeler bölümü, Mısır’da basılıp Türkiye’ye gönderilince, ülkeye sokulması engellenecek, bir kısmına el konulacak, bir kısmı da geldiği ülkeye gemilerle geri gönderilecekti (1.9.1936 tarihli belge). Gerekçe ise tanıdık sayılırdı; Arap harfleriyle (eski Türkçe) basılmış olması ve ‘İrticai’ ifadeler içermesi… Yazdığı eser olan Safahat’ı oluşturan bölümler 1928’de yapılan harf devriminden itibaren 1943 yılına kadar bir daha bu ülkede basılamayacaktı.

Takip edilmekten Mısır’da da kurtulamadı

İstiklal Şairi’ni yad ellerde yaşamak durumunda bırakan dönemin Türkiye’si, huzurlu yaşama umuduyla gittiği Mısır’da da O’nu yakın takipten vazgeçmemişti.

Örneğin, 28 Ağustos 1936 tarihli ’117’ kodlu İstihbarat raporunda, Mehmed Akif’in Türkiye’de hayata geçirilen devrimlerle ilgili görüşlerine şu ifadelerle yer veriliyordu:

“Bir zamandan beri Mısır’da ihtiyari ikamet eyleyen İslâm şairi unvanı ile maruf Safahatçı Şair Akif, üç haftadır Antakya ve civarında dolaşmaktadır. Şair Akif, Antakya’da hep eşraf ile düşüp kalkmaktadır. Antakya eşrafının hemen hepsi ya Arap millicisi veya Fransız uşağıdır. Şair Akif, bu ictimalarda (toplantılarda) ulu orta hilâfetten, hilâfetin lüzumu şer’i ve akli ve siyasisinden bahsetmektedir… Şapka ve Türkçe Ezan hakkında bir çok kimseler Şair Akif’ten reyini (görüşünü) sormuş o da, “Şapka giymek, doğrudan doğruya Avrupalıya benzemek maksadı ile yapıldığı için tamamen küfürdür.Türkçe Ezan ise kat’iyyen mekruhtur. Namaz caiz değildir. Lâtin hurufatı (Latin harfleri) ise, Kur’an-ı Kerim’i tağyir eylediği (değiştirdiği) cihetle Şer’an (Dinimizce) mekruhtur. Aynı zamanda Türk Müslümanlarla Arap Müslüman’ı bir birindenayıran bu üç bidat… haram, mezmum (kötü, ayıp)… cevabını vermiştir.”

Eski Türkiye, İstiklal Şairi’ni; fişlediği, takibe aldığı ve tehdit gördüğü yazışmaları İrtica 906’ isimli dosyada biriktirmişti. Dosyada, Mehmed Akif Bey’in Mısır’a gittikten sonra adım adım takibini, söylediklerini, görüşmelerini, yurda döndükten sonra yine kimlerle görüştüğünü, Safahat adlı eserine yapılanları hayretle okuyorsunuz..



29 Haziran 1936 tarihli İstanbul Valiliği’nin, İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği şifreli telgrafta, kanser tedavisi gören Milli Şair’in ziyaretçilerine ne söylediği, gelişinde ‘başka maksadın olup olmadığının’ araştırılacağı belirtiliyor.


İstiklal Şairi Mehmed Akif’in yazdığı Safahat kitabının bu ülkede Matbuat Kanunu’nun 51.Maddesine aykırı bulunarak el konulup imha edildiğini biliyor muydunuz? İşte İçişleri Bakanlığı’nın bunun için İstanbul Valiliği’ne verdiği 31.8.1936 tarihli talimatının belgesi.


Emniyet Genel Müdürlüğü, Akif’in Mısır’dan gelen ‘Gölgeler’ kitabı üzerine Matbuat Genel
Müdürlüğü’ne yazıyor: “Arap harfleri ile basılmış ve muhteviyatı irticai propagandalarla dolu bulunduğu görülmüş olduğundan gümrükten çıkarılmasına müsaade edilmeyerek, mahrecine iadesi İstanbul Valiliği’ne bildirilmiştir. Zararlı yazıları ihtiva eden sözü geçen kitapların yurdumuza sokulmaması ve her hangi bir surette sokulacak olanların toplattırılması için müstacelen(acilen) karar istihsalini saygı ile arz ve rica ederim.”


Gazeteci Muharrem Coşkun tarafından kaleme alınan 'Kod Adı İrtica 906' kitabında 
yaklaşık 80 'Gizli' takip belgesi ilk kez neşredilmiş oldu.


DEVLET, İSTİKLAL ŞAİRİ’Nİ ‘İRTİCA 906’ KODUYLA FİŞLEMİŞ

Vatanında ‘Cüda’ İstiklal Şairi İlk kez Gazeteci Muharrem Coşkun tarafından kaleme alınan kitapta, İstiklal Şairi Mehmed Akif’in, marşını ya...